İstanbul Sözleşmesi’nin Işığında: Türkiye’de Neler Eksik?[1]
Işıl Nur Kurnaz
İstanbul Sözleşmesi, yani tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de kabul edilmiş ve 8 Mart 2012 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Aynı gün 8 Mart 2012 tarihinde 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, 18 Ocak 2013 tarihinde Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği kabul edilmiştir. Bu Kanun ve Yönetmelik, İstanbul Sözleşmesi’nden bağımsız okunması mümkün olmayan düzenlemelerdir zira Kanun tasarısının görüşüldüğü Meclis Tutanakları’na bakıldığında açıkça bu ilişki ifade edilmiştir. Tasarının görüşmelerinde söz alan Milletvekili Ayşe Nedret Akova, bu bağlantıyı, kanunun adında geçen “aileyi koruma” ibaresine karşı çıkarak kurmuştur:
“Tasarının adı, CEDAW’ın kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın gerekli tedbirlerin alınması yükümlülüğünü yerine getirmekten uzaktır. Tasarının adı, yanlış algılamalara ve psikolojik baskılara gayet açıktır. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni imzalayan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylayan ilk ülke olmaktan her yerde gururla bahsediyorsak, bunun iç hukukumuzda karşılığını da vermekten çekinmemeliyiz. Sığınma evi açma zorunluluğunun getirilmesi gerekliydi. İstanbul Sözleşmesi 30’uncu maddede kabul ettiğimiz gibi, devlet, çocuk ve kadını şiddetten koruyamıyorsa tazminat ödeme yükümlülüğünü kabul etmelidir.
İstanbul Sözleşmesi 48’inci maddede de kabul ettiğimiz gibi, her türlü şiddete ilişkin olarak, ara buluculuk ve uzlaştırma dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli hukuki veya diğer tedbirlerin alınması kanun tasarısında yer almalıydı. Zaten baskı altında olan kadın şiddete karşı koyamazken, ara buluculuk ve uzlaştırma baskısıyla karşı karşıya kalınca alacağı tavrın da sonucu bellidir. Bu sefer, devletin aracı olacağı baskıyla, kadın farklı bir tür şiddet ile de karşı karşıya kalacaktır.”[2]
Kanunla İstanbul Sözleşmesi arasındaki bağlantı, Kanun’un gerekçesinde İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yapılmaması konusunda da tartışılmıştır. “Yasanın genel gerekçesinde, 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’na ve CEDAW’a, kadına karşı eşitsizliklerin önlenmesiyle ilgili uluslararası sözleşmeye atıf olmakla birlikte, işte o 25 Kasıma yetiştirilerek imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ne atıf olmaması da sanıyorum bir eksiklik, ya genel gerekçe daha önce yazıldı ya da imzaladığımızı birileri unuttu!”[3] İstanbul Sözleşmesi’nden sonra bu sözleşmeyi iç hukukta uygulayacak mekanizmaları kuran 6284 Sayılı Kanun’un tartışıldığı Meclis tutanaklarında dikkat çeken bir diğer husus ise ailenin korunması ibaresi ile kadının korunması arasındaki farka dikkat çeken eski AİHM Yargıcı Dr. Rıza Türmen’in eleştirileridir:
“Ailenin korunması başlığını taşımaktadır kanun. Ailenin korunması ile kadının şiddetten korunması aynı şey değildir, farklı şeylerdir hatta bazen çelişkili şeyler olabilir. Çünkü birçok durumda görüyoruz ki -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye’nin mahkûm edildiği kararda da bu vardı- kadın şiddet dolayısıyla şikâyete gittiği zaman ilgili makamlar “Bu aile işidir, ailenin iç işlerine biz karışmayalım.” gibi bir tutum sergilemektedirler. Bu tutum yüzünden kadın, işte, şikâyeti dikkate alınmamakta, koruma verilmemekte, sonunda da öldürülmektedir. Onun için ailenin korunması aslında kadının korunması anlamına gelmemektedir. Tam tersine, belki de, yani ilgili makamların ailenin işlerine karışabilmesi gerekir ki kadının korunması mümkün olabilsin. Bir de tabii ki, şiddet sadece kadına karşı değil, her türlü cinsel eğilime karşı da şiddet gösterilmektedir, yasanın kapsamında diğer cinsel eğilimler nedeniyle, bundan kaynaklanan şiddetin önlenmesini dilerdik.” [4]
Toplumsal cinsiyet temelli bir yaklaşımın eksik olduğu bu Kanun ve Uygulama Yönetmeliğinin kuruluş aşamasına bakıldığında, İstanbul Sözleşmesi’nin etkilerini ve tartışmalarını gördüğümüz kadar, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği yani cinsel kimlik temelli ayrımcılığın önlenmesine yönelik tedbirlerin eksikliğini de görmemiz mümkündür. Bu sürece, feminist hukuk teorisinin merceğinden bakıldığında görünen şey, kendini gizlemiş sözleşmesiz bir erkek egemenliğinin, kanun ve mevzuat dünyasına yansımalarıdır. Ann Scales’in neden feminist hukuk teorisine ihtiyaç duyulduğuna ilişkin güçlü tasavvurlarına[5] bakıldığında, hukuki feminist metodolojinin sistematik baskıların somut bir analizi olduğunu görürüz. İnsanları, dünyaya toplumsal cinsiyet kodlarıyla bakmaya zorlayan bir süreç olarak, sürekli ve güçlü toplumsal yapıların ihdası ve ihyası adına, kadının baskılanmasını gözlediğimiz bir süreçte, hukuki feminizm, bu baskının hukuk dilinde nasıl meşrulaştırıldığının da kanıtı gibidir. Scales, 1960’larda ortaya çıkan hukuki feminizmin liberal eğilimlerinden bahsederken hareketin, eşit fırsatlardan, kadınların dışlanmasına meydan okumak üzere yola çıktığını belirtiyordu. Ancak Scales, daha uzun bir zamana yayıldıkça meselenin sadece eşit fırsatlardan yararlanamamak şeklinde liberal bir tahayyülden ibaret olmadığını da açıklar.
“Eşitlik standardı değişti, bir kısım ayrıcalıklı azınlık dışında dünya ise değişmedi.”[6]
Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü görevini yapmış olan Yakın Ertürk, Sınır Tanımayan Şiddet olarak tarif ettiği kadına yönelik şiddetten bahsederken, Sözleşme hükümlerinin uygulanmasında, taraf devletlerin, iradeden ziyade zafiyet gösterdiklerini belirtir.[7] Bu noktada Yakın Ertürk’ün kavramlara anlam atfederken onları ayrıştırdığı noktalar da elzemdir. İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı Kanun ve uygulama yönetmeliklerinde karşımıza çıkan ev içi şiddet, kadına yönelik şiddet ve ailenin korunması kavramları, mekânsal birer sahayı anlattıkları kadar, şiddetin “cinsiyetlendirilmiş/ gendered” potansiyellerini de açığa çıkarırlar. Özel alanda yaşanan şiddeti, “ev içi şiddet” ya da “aile içi şiddet” gibi cinsiyet nötr kavramlarla ifade ettiğimizde, şiddeti nötrleştirmekle kalmaz, ataerkil kontrol denilen sistematik ve sürekli mekanizmayı da göz ardı etmiş oluruz.[8]
Kadına yönelik şiddet bu Sözleşmede ve Kanunda bir ayrımcılık formu olarak ele alınmış ve şiddeti nötralize etme tehlikesini bertaraf edercesine, şiddet ve ayrımcılık biçimi olarak kadının özel ve kamusal yaşamındaki biricik ve farklı deneyimleri göz önüne alarak yazılmıştır. Geleneksel bir kamusal ve özel alan ayrımına hapsolmadan, ev içi şiddet ile anlatılmak istenilenin ise sadece evin içinde yaşanmış bir şiddet formu olmadığını hesaba katarak baktığımızda; devletin salt kamusal alanda kadınların uğramış oldukları ayrımcılık ve şiddeti önlemekten sorumlu olmadığı anlaşılır. Ev içi şiddet, aile içi şiddetten daha kapsamlı bir ifade olup, aile bireylerine uygulanan şiddetle beraber yakın ilişkide bulunulanlara uygulanan şiddeti de kapsama dahil eder.[9] Ev içi şiddetin mağduru sadece kadınlar olmayabileceği gibi; boşanmış bireyler, erkekler, çocuklar, flört şiddeti ve cinsel yönelimden dolayı ayrımcılığa uğrayanlar da bu suçun mağduru olabilirler.[10]
İstanbul Sözleşmesi’nin bu insanlar için hayati bir noktaya dokunuyor oluşunu gösteren somut kazanımlar, Sözleşme’nin uygulanmasını izleyen Avrupa Konseyi organı olan GREVIO’nun raporunda, bu rapora ilişkin hükümet kanadından gelen görüşlerde ve ardından da sivil toplum kuruluşlarının gölge raporunda görülebilir.[11]
GREVIO’ya, hükümet yetkilileri tarafından yapılan bildirimlere baktığımızda, 2009 yılından bu yana, yasal süreçlerde “Aile İçi Şiddet Kayıt Formları”nın kullanıldığını, bu formların her bir cinayet vakasının analiz edilerek toplumsal cinsiyete dayalı cinayet olarak sınıflandırılıp sınıflandırılmayacağının belirlenmesini sağladığını görürüz. GREVIO, yetkili makamların, Aile İçi Şiddet Kayıt Formları’nın koordinasyonunda, kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddet nedeniyle ölümü ile sonuçlanan her bir vakayı analiz etmek ve kolluk kuvvetleri tarafından toplanan verileri kullanarak vaka bazlı araştırmayı teşvik etmek amacıyla, adli ve idari süreçlere dahil olan tüm paydaşları bir araya getiren bir çalışma grubu oluşturma girişimlerini takdir etmektedir. Ancak yetkili makamların kendilerine sunulan bu fırsatı, şiddete verdikleri yanıtlardaki boşlukların, ölümle nihayetlenen sonuca katkıda bulunup bulunmadığını belirlemek için değerlendirmesi gerektiğini söylemektedir.[12]
Bu amaçla, çeşitli ülkelerde kullanılmakta olan ulusal aile içi şiddet ve ev içi cinayet inceleme mekanizmaları örnek olarak alınabilir; bu mekanizmalar, aile içi şiddetin sonucu gibi görünen cinayet vakalarını inceleyerek kurumların şiddete yanıtındaki muhtemel sistematik boşlukları tespit etmeyi amaçlayabilir. Çeşitli kurumlar farklı şekilde hareket etseydi söz konusu cinayetlerin önlenip önlenemeyeceği değerlendirilmelidir ve ileride bu tür cinayetlerin nasıl önlenebileceğine dair çalışma yapılmalıdır. Bu, sorumluluk tespiti bakımından da önem taşıyacaktır. Bunun için yetkililer kendilerine şunları sormalıdır: Mağdurların korunması amacıyla ciddi şiddet vakalarında tutuklama tedbiri dahil, dikkatli ve tekrarlanan risk değerlendirmesi ve koordineli güvenlik planlaması uygulanabilir mi; mağdur için uzaklaştırma veya koruma tedbir kararı alınması mümkün müydü veya mağdur bu tür tedbirler için başvuru yapmış mıydı; söz konusu karar ihlal edildi mi; soruşturma ve yargılamanın sonucu nedir?
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sloganının altını doldururcasına, raporlara baktığımızda, Sözleşmenin kurduğu somut mekanizmaların, kadın hayatında nereye dokunduğunu görebiliyoruz. Türkiye’de 6284 sayılı Kanun’un uygulanması, 2007-2020 yıllarını kapsayan ve birbirini izleyen üç milli eylem planından oluşan bir dizi tedbirle desteklenmiştir. Tüm bu tedbirler, kadınlara yönelik şiddeti bir tür ayrımcılık olarak ele almış, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadınların güçlendirilmesini destekleme amacı gütmüştür. GREVIO, yetkililerin kadına yönelik şiddete karşı alınacak tedbirleri toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemeye yönelik bir yaklaşımla ele almasını istemiştir. Bu yaklaşım, İstanbul Sözleşmesi’nin, kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik her bir tedbirin başarılı olmasını sağlayacak temel gereklerinden biri olarak ifade edilmiş, şiddetin ancak “gendered” yani onun toplumsal cinsiyetlendirilmiş yapısı nazara alınırsa önlenmesinin mümkün olduğu söylenmiştir. Kadına yönelik şiddeti, diğer şiddet ve ayrımcılık şekillerinden ayıran da bu cinsiyetlendirilmiş yapısıdır. GREVIO, Türkiye Hükümeti’nin, 6284 sayılı Kanun ile ilgili kapsamlı veri toplama çalışmalarını, kadına karşı şiddeti önleme ve onunla mücadele etmeye yönelik kanıta dayalı politikalarla beraber geliştirmesi gerektiğini ifade etmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin 6284 sayılı Kanun’la beraber okunması bu sebeple iç hukuk ile uluslararası standartların meczedilmesi açısından önem taşır. GREVIO milli koordinasyon kurumu olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesindeki Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün 6284 sayılı Kanun’un kabul edilmesinden beri gelişen süreci yönetmedeki öncü rolünü olumlu bir gelişme olarak kaydetmektedir. Ancak sivil toplum kuruluşları tarafından yazılan ve GREVIO’ya sunulan gölge raporda, bu genel müdürlüğün kapasite sınırlarına değinilmiştir. GREVIO yetkililerin izleme sürecinin sağladığı fırsattan yararlanıp, 6284 sayılı Kanun’a ilişkin idari verilerin ötesindeki verileri iletmemiş olmasını eleştirmiştir. Suç işleyenlere yönelik soruşturmalar, kovuşturmalar ve cezalandırmalara ilişkin adli verilerin mevcut olmaması, yetkililerin mahkûmiyet oranlarını izleme ve bunun sonucunda da kanunların, kolluk kuvvetleri, savcılıklar ve mahkemelerce uygulanmasını etkili bir biçimde izlemesi önünde ciddi bir engeldir. Dolayısıyla GREVIO raporundan görmekteyiz ki Türkiye, idari tedbirleri ve kurullarını Konsey’e iletmişken, mahkeme kayıtları ve dosyalarda İstanbul Sözleşmesi’nin nasıl bir önleyici mekanizma olduğunu iletmekte eksik kalmıştır. Bu açıdan bu çalışmada en azından Anayasa Mahkemesi önüne gelmiş dosyalarda, İstanbul Sözleşmesi’nin hükme nasıl etki ettiği gösterilmeye çalışılacaktır.
İstanbul Sözleşmesi’nin bir gereği olarak Türkiye, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM), ilk kabul birimleri, kadın sığınma evleri ve diğer hizmetleri kapsayan, 6284 sayılı Kanun’un öngördüğü destek hizmeti altyapısını oluşturmuştur. GREVIO, söz konusu altyapının amacı olan, mağdurların şiddetten kurtulmalarının kolaylaştırılması ve ekonomik olarak güçlendirilmesini sağlamak için daha fazla gayret gösterilmesi gerektiğini tespit etmiştir. Kadınlara mali destek sağlamak, onların eğitim ve istihdama erişimlerini mümkün kılmak, ücretsiz çocuk bakımı ve makul fiyatlı konut temini ve diğer ekonomik güçlenme imkânlarını sağlayarak, kadınların ekonomik olarak güçlendirilmelerini ve bağımsız bir yaşam sürmelerini mümkün kılmak, bu gayretlerden bazılarıdır. Ancak yeterli sayıda ŞÖNİM’in faaliyete geçirilmediğini eleştiren GREVIO, İstanbul Sözleşmesi’nin kapsadığı kadına karşı her türlü şiddet mağdurlarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere uzmanlık hizmetlerinin geliştirilmesine devam edilmesi gerektiğini söylemiştir; bunlar özellikle kadın sığınma evleri, telefon imdat hatları ve cinsel istismar mağdurlarına destek sağlama önlemleridir. GREVIO, cinsel şiddet mağduru yetişkinlere sağlanan hizmetlerdeki boşluğu kapatmak üzere yetkililerce alınan ilk tedbirleri takdirle karşıladığını belirtmiş ancak ileriye dönük çözümlerin, söz konusu hizmetlerin mağdur tarafından şiddet uygulayanı ihbar etme ve bunlar aleyhine ifade vermeye istekli olmalarına bakılmaksızın sağlanması ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Rapora göre yasal reformlar Türk ceza mevzuatının İstanbul Sözleşmesi’yle uyumlu hâle gelmesi açısından önemli bir ilerleme sağlamıştır. Bu bağlamda, örneğin, yetişkinlere karşı işlenen cinsel şiddet, güç kullanımı şartına bağlanmaksızın, özgür irade olmadan gerçekleştirilen bir suç olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte, GREVIO’nun belirttiği bir başka nokta da önemlidir, buna göre Sözleşme’nin bir dizi gereği, Türk yasa koyucularca henüz tam olarak benimsenmemiş ve/veya uygulamada tam olarak karşılık bulmamıştır. Bu durum özellikle de ısrarlı takiple tacizde bulunma, zorla evlendirme ve 15 ila 18 yaş arasındaki kızlara yönelik cinsel şiddet gibi, mevcut kanunlarda henüz yeterli çözüm getirilmemiş suçlardır. Bunlar kadına karşı şiddet eylemlerini haklı gösteren ve evvelce kullanılan gerekçelerin yasaklanması ve cezai yaptırımların caydırıcılığının sağlanması gerekliliğine ilişkindir. Özellikle de cinsel şiddet gibi bazı şiddet türlerinin yetkililere son derece sınırlı ölçüde bildirilmesi eleştirilmektedir.
GREVIO, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni kabul etmesini memnuniyetle karşılamakla birlikte, Sözleşme hükümlerine tam uyum sağlanması açısından Türk makamlarının ek tedbirler almasını gerektiren, bir dizi öncelikli konu tespit etmiştir. Bunlar, İstanbul Sözleşmesi’nin kapsadığı her türlü şiddetin, özellikle de kadınlara ve kızlara yönelik cinsel şiddet, zorla evlendirme ve ‘namus’ cinayetlerinin, etraflı bir biçimde ele alınarak, kadınlara yönelik şiddet konusundaki koordine cevabın güçlendirilmesi; STK’ların desteklenmesi dâhil olmak üzere, gerek merkezî gerekse yerel düzeyde kadına karşı şiddetin önlenmesi ve bununla mücadeleye elverişli insan ve mali kaynakların tahsis edilmesi; Milli koordinasyon kurumunu güçlendirerek ve özellikle de kadın STK’ları dâhil olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarının katılımını artırarak, politikaların koordinasyonu, izlenmesi ve değerlendirilmesinin geliştirilmesi gibi ek önlemlerdir.
GREVIO’nun tavsiye görüşlerini de içeren bu rapora hükümet, 2018-2023 yıllarını kapsayan “Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı” hazırlamış olduğu şeklinde bir cevap vermiştir. Hükümete göre, Türkiye’de kadının güçlenmesi amacıyla çok geniş kapsamlı hazırlanan bir eylem planı olma özelliği taşıyan Strateji Belgesi ve Eylem Planında; beş temel politika eksenine (eğitim, ekonomi, sağlık, karar alma mekanizmalarına katılım, medya) ilişkin mevcut durum, temel amaç, hedefler, stratejiler, faaliyetler düzenlenmiştir. Hükümete göre; Türkiye, Anayasa’da yer alan ayrımcılık yapmama ilkesini temel alan bir anlayışla şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınlara hiçbir ayrım gözetilmeksizin hizmet vermektedir. Ancak rapora ilişkin yorumda Türkiye, neden adli veriler ve mahkeme kayıtlarına ilişkin bir bildirimin Konsey’e yapılmadığını belirtmemiştir. Malatya’da jandarmanın özel birimlerini ziyaret eden GREVIO, kadına yönelik etnik temelli ayrımcılığın da yasaklandığını belirttikten sonra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde devam eden terörle mücadele operasyonları ve akabinde nüfusun yer değiştirmesi, başta Kürt kadınlar olmak üzere, bu bölgelerde yaşayan kadınları, daha yüksek şiddet riski ile karşı karşıya bırakıldığı tespitinde bulunmuştur. Bu bölgelerde yaşayanlar, sadece ölüm veya yaralanma tehdidi altında olmayıp haftalarca sürebilen sokağa çıkma yasaklarından da muzdariptir; sokağa çıkma yasağı boyunca sivillerin, temel gıda maddelerini almak veya acil sağlık hizmetlerinden faydalanmak için dahi evden çıkmalarına izin verilmemektedir.
GREVIO, çatışma, çatışma sonrası ve yerinden edilme durumlarının, partnerin uyguladığı şiddet ve partner kaynaklı olmayan cinsel şiddet gibi kadına yönelik mevcut şiddeti ağırlaştırabileceğini, ayrıca kadına yönelik yeni şiddet türleri ortaya çıkarabileceğini belirtmiştir. Türkiye’nin güneydoğusundaki terörle mücadele operasyonları sırasında kamu ve askeriye tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri iddiaları ışığında, GREVIO, etkilenen bölgelerdeki kadınlar için başta cinsel şiddet olmak üzere ve özellikle bu operasyonlar sonucunda gözaltına alınan veya tutuklanan kadınlar için artan şiddet riskinden endişe duyduğunu ifade etmiştir. [13]
Tüm bu ihlal iddialarına Türkiye, terörle mücadelenin bu raporda formüle edilerek kadına şiddetle ilişkilendirilmesini üzücü bulduğunu ifade etmiştir.[14] Hükümet’e göre “Türkiye’nin 35 yılı aşkın süredir devam eden terörle mücadelesi hiçbir şekilde ‘çatışma’ olarak tanımlanamaz. Türkiye; vatandaşlarını, terör örgütü PKK’nın suç eylemlerinden de korumaya yönelik meşru hakkını kullanmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki terörle mücadele operasyonlarına ilişkin; bu terör felaketinin kaynağından, yani bölge halkına doğrudan bir tehdit teşkil eden PKK terör örgütünden hiç söz edilmemesi, talihsiz ve kısır görüşlü bir tutumdur.” İthamları reddetmek ya da çürütmek yerine, bu türden tepkisel bir cevap veren hükümet raporu, OHAL Dönemi’ndeki kadın hakları ihlallerinden ve Terörle Mücadele Kanunu’ndan kaynaklanan ihlallerden bahsetmemiştir. Ayrıca GREVIO raporunun dayandırıldığı OHCHR raporu T.C Dışişleri Bakanlığının 10 Mart 2017 tarihli açıklaması Türk Hükümeti tarafından reddedilmiştir.
GREVIO’nun Türkiye’ye yönelik eleştirilerine cevap verilmediği bu yorum raporunun, sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı gölge raporla beraber okunması bu sebeple çok önemlidir. Seksen bir kadın ve LGBTQ derneği tarafından hazırlanan bu gölge raporda, hazırlayan bazı derneklerin, OHAL KHK’sı ile kapatıldığı vurgulanmıştır. Gölge raporun hazırlanışındaki bu bilgi dahi, OHAL ve kadın hakları ihlalleri arasındaki bağlantının görülmesi açısından somut önemi haizdir. Adıyaman Kadın Yaşam Derneği Emekçileri, Ceren Kadın Derneği Emekçileri, Selis Kadın Derneği Emekçileri, Van Kadın Derneği Emekçileri kapatılan derneklere örnektir. Gölge Rapor’da AKP hükümetinin kadın politikaları 2002’den itibaren ele alınmıştır. Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi için Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu’nun 2016’da kamuoyuyla paylaştığı rapordan bahsedilmiştir. Bu raporda yer alan önerilerden biri çocukların cinsel istismarı suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 103’üncü maddesiyle ilgili olmuştur. İstismar/tecavüz failinin 5 yıl boyunca istismar/tecavüz ettiği çocukla “sorunsuz” ve “başarılı” bir evlilik sürdürmesi hâlinde denetimli serbestlikten yararlanması önerilmiştir. Bu öneri, 17 Kasım 2016’da hükümet tarafından TCK 103. maddede değişiklik öngören tasarıya ek bir önerge olarak Meclis’e getirilmiş, önemli toplumsal tepkilere yol açmıştır. Hükümet, tepkilerden sonra önergeyi geri çekmek durumunda kalmıştır.
Ocak 2016 itibariyle Meclis’te Boşanma Komisyonu kurulmuş, komisyon Mayıs 2016’da 445 sayfalık bir rapor yayınlamıştır. Bu rapora bakıldığında, kadınların nafaka ve kürtaj haklarından[15], çocuk haklarına dek birçok kazanımda geri adım niteliğinde olan uygulamaların istendiği görülebilir. İstanbul Sözleşmesi’nde yasak olduğu açıkça belirtilmesine rağmen, ev içi şiddetle mücadeleye dair arabuluculuk, uzlaşma[16] gibi alternatif uyuşmazlık çözümlerinin zorunlu uygulanması gibi yöntemlerin kullanılmasını ve “aile mahremiyetinin korunması” adı altında, aile hukukuna ilişkin tüm davalarda duruşmaların gizli yapılması önerilmiştir. Kadınların nafaka hakkının evlilik süresiyle bağlı olarak kısıtlanması gerektiği dile getirilmiş, ilahiyat fakültesi mezunlarının aile danışmanı olarak görevlendirilmesi istenerek, danışmanlık hizmetinin dini perspektife oturtulması hedeflenmiştir. [17]
Gölge Rapor, Türkiye Hükümeti’nin raporundaki gibi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de uygulanması konusunda ve genel olarak kadına yönelik şiddet ile “töre/namus” cinayetleri konusunda koordinatör kurum olarak belirlendiğini vurgulamıştır. Ancak Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün kapasitesinin, bütçesinin, bakanlık bünyesindeki diğer genel müdürlüklerin altında oluşuyla Türkiye’de kadın haklarına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dair kurumların gitgide daraltılmakta olduğu bir dönemdeki işlevine dikkat çekmiştir. Gerçekten de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2016 faaliyet raporuna bakıldığında görülecektir ki Bakanlık’ın genel işleyiş hedefleri içerisinde de kadınlara, kadına yönelik şiddet ile mücadeleye ve kadınları güçlendirmeye dair hedefler oldukça kısıtlıdır. 2016 yılı Faaliyet Raporu’nda yer alan Performans Sonuçları Tablosu’ndaki 57 hedefin yalnızca 6 tanesi doğrudan olarak kadınlarla ilgilidir ve bunların yalnızca 2’si (Hedef 25 ve 29) doğrudan kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlamaktadır.[18]
Gölge raporda bahsedilen önemli bir nokta, GREVIO’nun da eleştirilerinin odaklandığı adli verilerdir. Türkiye’de ceza yargılaması istatistiklerine Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) resmî web sitesinden ulaşılmakta, ancak ceza istatistikleri, sanık ve suç bazında TCK ve özel kanunlardaki cezai hüküm içeren madde ve fıkra esasına göre; hukuk istatistikleri ise dava türüne göre UYAP sisteminde tutulan kayıtlardan derlenmektedir. Dolayısıyla aile içi şiddet içeren ceza (kamu) davaları farklı mahkemelerde farklı kanunlara göre düzenlenebildiği için, diğer ceza davalarından ayrı bir kategoride kabul edilmemektedir. Bu şu demektir ki ev içi şiddet sebebiyle boşanmalar, hukuk istatistikleri dava türüne göre tutulduğundan yalnızca boşanma davaları kapsamında kaydedilir, Türkiye boşanma davasındaki ev içi şiddete yönelik bir veriyi resmî olarak tutmamaktadır. Diğer taraftan bir ev içi şiddet olayı ceza mahkemeleri veya asliye hukuk mahkemesi nezdinde görülürse, aileye karşı işlenen suçlar ve 6284 sayılı Kanun’un ihlali olarak kaydedilir. Davalar, adli kayıtlar veya mahkeme kayıtlarında yukarıda belirtildiği gibi dosyalanmakta veya davaya bağlı olarak cinsel saldırı, cinsel suç veya cinayet olarak belirtilebilmektedir. Ayrıca şiddet vakalarını kaydetmekle resmî olarak görevlendirilmiş olan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri iller bazında, koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının izlenmesiyle yetkilendirilmiş olmalarına rağmen, elektronik veri bankası görevi olma işlevini yerine getirememektedirler. Pek çok ilde bu merkezlerin olmaması, bunun başlıca sebeplerinden biridir. [19]
Tüm bu yapıya bakıldığında görülecektir ki Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamasına ve 6284 sayılı Kanun’u hazırlamasına rağmen, kadına yönelik şiddeti önleyecek kurumsal mekanizmalardan yoksun olduğu gibi, bu konuda kapasite geliştirmeyi sağlayacak maddi kaynakları da ilgili kurumlara sunmamaktadır. Adli verilerin olmaması, şiddet vakalarını ölçecek birimlerin yetersizliği, ilgili genel müdürlüğün bütçe sıkıntıları, Terörle Mücadele Kanunu’nun ve OHAL’in yarattığı ortamda kadın hakları ihlallerini izleyecek mekanizmaları öngörmemiş olması sebebiyle bu konudaki eksiklikleriyle yüzleşmemiş ve bunları raporda belirtmemiştir.
[1] Bu bölüm, genişletilmiş hali Prof. Dr. Türkan Yalçın editörlüğünde Savaş Yayınlarından çıkan Kadın Yazıları kitabından alınmıştır. Kadın Yazıları, ed.Türkan Yalçın, Savaş Yay., 2020.
[2] Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Tutanağı 24. Dönem 2. Yasama Yılı 75. Birleşim, 07 Mart 2012 Çarşamba günlü oturum tutanakları.
[3] Ruhsar Demirel’in konuşması, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Tutanağı 24. Dönem 2. Yasama Yılı 75. Birleşim, 07 Mart 2012 Çarşamba günlü oturum tutanakları” içinde.
[4] Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Tutanağı 24. Dönem 2. Yasama Yılı 76. Birleşim 08 Mart 2012 Perşembe günlü oturum tutanakları.
[5] SCALES, s. 127 vd.
[6] SCALES, 128 vd.
[7] Yakın ERTÜRK, Sınır Tanımayan Şiddet, Metis Yay., İstanbul 2015, s.42, 43.
[8] Michelle Madden DEMPSEY, “Toward a Feminist State: What Does ‘Effective’ Prosecution of Domestic Violence Mean?”, The Modern Law Review içinde, Volume 70, Issue 6, 2007, s. 916 vd.
[9] Gülriz UYGUR, “İstanbul Sözleşmesi Işığında Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un Temel Yaklaşımı”, Şiddetin Cinsiyetli Yüzleri (Der. Betül YARAR) içinde, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul 2015, s. 201.
[10] UYGUR, s. 202 vd.
[11] GREVIO RAPORU için bkz.:
https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/media/uploads/2018/10/18/ENG_GREVIO_Report_Turkey.pdf, Erişim tarihi: 15.09.2020 ; Türkiye’nin rapora ilişkin sunduğu görüş ve yorumlar:
https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/media/uploads/2018/10/18/Turkey_Final_Comments_GREVIO_Report.pdf, Erişim tarihi: 15.09.2020; Gölge Rapor, Hazırlayanlar: https://www.stgm.org.tr/sites/default/files/2020-09/istanbul-sozlesmesi-turkiye-izleme-platformu-2017-golge-raporu.pdf , Erişim tarihi: 15.09.2020
Gölge Raporu Hazırlayan Kuruluşlar:
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
Kadın Dayanışma Vakfı
Kadınlarla Dayanışma Vakfı
Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği
Eşitlik İzleme Kadın Grubu
Engelli Kadın Derneği
Kaos GL Derneği
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği
İmzalayan:
İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu.
[12] GREVIO Raporu, s. 20.
[13]Bkz.: İnsan Haklarını İzleme Örgütü’nün 2016 Raporu: https://www.hrw.org/news/2016/07/11/turkey-state-blocks- probes-southeast-killings; Bkz. Şubat 2017’de yayınlanan Türkiye’nin güneydoğusundaki insan hakları durumuna ilişkin OHCHR raporu, paragraf 53. www.ohchr.org/Documents/Countries/TR/OHCHR_South-East_TurkeyReport_10March2017.pdf, Erişim tarihi: 15.09.2020. Bu rapor, 10 Mart 2017 tarihinde Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir basın toplantısında Türk hükümetince reddedilmiştir. www.mfa.gov.tr/no_-71_-bm-insan-haklari-yuksek-komiserligi_nin-ulkemizdeki-terorle-mucadele-operasyonlarinin-insan-haklari-boyutuna-iliskin.tr.mfa, Erişim tarihi: 10.09.2020 ; Ibidem, paragraf 52; Bkz. 2016 Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri tarafından Türkiye’nin Güneydoğusundaki Terörle Mücadele Operasyonlarının İnsan Hakları Açısından Sonuçlarına İlişkin Memorandum : https://rm.coe.int/16806db68f , Erişim tarihi: 15.09.2020.
[14] Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin hükümlerinin hayata geçirilmesini sağlayan yasal ve diğer tedbirlere ilişkin GREVIO Raporu’na ilişkin Türkiye’nin Nihai Görüşleri, s. 2. https://kadininstatusu.aile.gov.tr/duyurular/grevio-raporlari, Erişim tarihi: 09. 09.2020.
[15] Bu konudaki verimli çalışma için: Sedef ERKMEN, Türkiye’de Kürtaj: AKP ve Biyopolitika, İletişim Yayınları, İstanbul 2020;
Kitap hakkında ve Türkiye’de kürtajın anayasal tanınması konusunda, Işıl KURNAZ, “Söz Konusu Kadınlar Olduğunda… AKP Dönemi’nde Kürtaj”, Birikim Güncel, 28 Eylül 2020, https://birikimdergisi.com/guncel/10287/soz-konusu-kadinlar-oldugunda-akp-doneminde-kurtaj Erişim tarihi: 01.10.2020.
[16] Türkiye’de Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 1. maddesinin 2. fıkrasına göre, aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıkların arabuluculuğa elverişli olmadığı özel olarak hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla, kadın, aile içi şiddete maruz kalması durumunda arabuluculuk kurumu devreye girmemelidir. Şiddette arabuluculuk mekanizmasının devreye girmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar, bu açıdan oldukça önemlidir. http://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/220497-avukatlardan-aile-arabuluculugu-itirazi-esitligin-olmadigi-yerde-uzlasi-olmaz, Erişim tarihi: 15.09.2020.
[17] Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin hükümlerini yürürlüğe koyan yasal ve diğer tedbirler hakkında Türkiye’nin İlk Raporuna İlişkin Sivil Toplum Örgütlerinin Gölge Raporu, s. 18 vd.
[18] Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Faaliyet Raporu 2016, s. 148 –156, https://ailevecalisma.gov.tr/Uploads/sgb/uploads/pages/arge-raporlar/2016-yili-faaliyet-raporu.pdf, Erişim tarihi: 20.09.2020.
[19] ŞÖNİM olan iller ile ilgili olarak: https://www.ailevecalisma.gov.tr/tr-tr/iletisim/bakanlik-iletisim-bilgileri/bagli-ilgili-ve-ozel-kuruluslar1/sonim/, Erişim tarihi: 10.09.2020.