Uncategorized

ADALET VE HAKİKAT İÇİN; İNSAN HAKLARI

İNSAN HAKLARI KRİZİ; ADALETSİZLİK!

Bugünün dünyasında İnsan Hakları krizinin temelinde adaletsizlik olduğu tartışmasızdır. Bu adaletsizliğin en  temelinde ise gelir ve paylaşım adaletsizliği olduğu açıktır. Bununla beraber günümüz dünyasında etnik, dini, sosyal sınıf, cinsiyet kimliğinden kaynaklı  ırkçılık ve ayrımcılık yine adaletsizliğin temel nedenlerini oluşturmaktadır. Adaletsizliğin temel nedeni olan tüm bu sosyo-ekonomik gerekçeler beraberinde çatışma kültürünü getirmiştir. Oysaki vicdani ve ahlaki bir değer olan Adalet en temel insani toplumsal erdem ve toplumsal sözleşmenin temelini oluşturur. Adalet erdemi ile oluşturulan Toplumsal Sözleşmenin gereklerini yerine getirme ve toplumsal barışı sağlamak ile mükellef olan Devletler ise bu sözleşmeye aykırı davranarak Adaletsizliğin ve çatışma kültürünün ana faili olmuşlardır.
İlginçtir ki; ana fail olan bu devletlerin büyük bir çoğunluğu ise Birleşmiş Milletler ve diğer Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerinin tarafıdır. Çoğunun iç mevzuatında dahi insan haklarını koruma ve sağlama yükümlülüğü vardır. Ancak ana fail devletlerin bu yükümlülükleri yerine getirmediği gibi bizzat ihlal eden olduğu da tartışmasızdır. Bu nedenle reel politik gerçeklik ve insan hakları denkleminde fail devletlerin sözde  İnsan Haklarına saygılı-dayalı ama gerçekte  ihlal eden fail pratikleri bu çatışma kültürü ve adaletsizliğin ana nedenini oluşturmaktadır. Hakların geniş yasakların dar yorumlanması temel hak ve özgürlüklerinin, insan haklarının ana perspektifini oluştururken bugün aksi bir gidişatla otoriterleşme ile beraber en demokratik sistemlerde dahi özgürlük ve güvenlik denkleminde güvenlikçi otoriter yaklaşımlarla yasakların alabildiğine  geniş yorumlanıp temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı zamanlardan geçiyoruz.
Gelir adaletsizliğinin ve ırkçılığın, ayrımcılığın yarattığı adaletsizliğin ortaya çıkardığı çatışma kültürü ve krizlere karşı bizzat fail olan devletler, çözüm olarak  temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmakla baskıcı , otoriter ve şiddete dayalı pratikleri ile kendi meşruluklarını ve iktidarlıklarını ayakta tutmaya çalışmaktadırlar.
HUKUK DEVLETİNDE “ÖNGÖRÜLEMEZLİK” BİR İNSAN HAKLARI SORUNUDUR! 
Hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı bölgemiz ise  dünyadaki otoriterleşme eğiliminde başat rol üstlenmiş durumdadır. Özel de ise  Türkiye’de bir çok hak alanında yaşanan hak ihlallerinin yanısıra Adalete Erişim sorunu en temel ve başat insan hakları ihlali sorunu olarak görülmektedir. Ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, cinsiyet kimliği ve etnik  ayrımcılık  sorunu beraberinde Adalete eşit şekilde erişim sorununu da getirmektedir. Çekirdek temel hak ve özgürlüklerin dahi gece yarısı KHK’ları ile sınırlandırıldığı anayasal güvence altında olan Hukuk Devleti ilkelerinin öngörülemez bir şekilde ortadan kaldırıldığı süreçlerden geçmekteyiz.
BİR İNSAN HAKLARI SORUNU; ADALETE ERİŞEMEME 
Hukuk, bireyin ve toplumun yegane güvencesidir. Ancak gelinen süreçte güvenceyi sağlamakla yükümlü olan Devletin, bizzat negatif yükümlülüklerine aykırı hareket ederek ihlal eden pozisyonda olduğu açıktır. Bu nedenle adalete erişememe sorunu doğrudan politik ve bir insan hakları sorunudur. Demokratik bir düzenin gerekliliği olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin pratikte ortadan kaldırılmış olması  yürütme erkinin yasama ve yargı erkini baskılaması beraberinde doğal olarak baskıcı bir siyasal bir ortamın yaratılmasına neden olmuştur. Aynı zamanda bu süreç hak arama özgürlüğünü engelleyici ve toplumsal muhalefeti baskılayıcı bir süreci  beraberinde getirmiştir. Tüm bunlarla beraber toplumun yargı erkine ve adalete olan güveni zayıflamıştır.  Özellikle dezavantajlı grupların ( kadın, çocuk, mülteci, LGBTİ+, engelli ) adalete erişim konusunda savunmasız ve güçsüz oldukları tartışmasız olup, Adalete erişim konusunda yeterli yasal güvenceler bulunmamakta, var olan yasal güvenceler ise uygulamada yetersiz kalmaktadır. Adaletin ve Adil bir yargılamanın olamayacağına dair yaygın inanç ve  cezasızlık hukuku yerleşik bir olgu haline gelmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği iktidarlaşan politik bir anlayış olarak pratikte kendini göstermektedir.  Demokratik toplumun bir gerekliliği olan düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü yasal güvencelere rağmen uygulamada görünen yargısal örneklere bakıldığında  hukuk devletinin öngörülebilirlik hakkının ihlali niteliğinde kararların verildiği  çoğunlukla görülmektedir.
Hak temelli yaklaşımın olmadığı politik bir ortam ve yargısal bir yaklaşım sözkonusu olup temel hak ve özgürlüklerin ötelendiği bir süreçte Adalete Erişim hakkı ihlali temel bir insan hakkı ihlali olarak açıkça görülmektedir.
İNSAN HAKLARI VE ADALET İÇİN ; HAK TEMELLİ YAKLAŞIM 
İnsan hakları, tüm insanların onurlu, özgür, eşit, adil ve barış içinde yaşayabilmeleri için gerekli olan standartlardır. İnsan Hakları Hukuku ise bu hakları güvence altına alan insan haklarının korunması, geliştirilmesi ve ihlallerinin önlenmesi amacıyla  devletleri belli temel hak ve özgürlükleri korumakla yükümlü kılmaktadır. Devletler bu yükümlülükleri gereği Hak temelli bir yaklaşımla insan haklarını korumak, geliştirmekle ve Hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirmekle toplumsal barışı ve adaleti ancak sağlayabilirler. Bugün yaşadığımız insan hakları sorunu ve ihlalleri  ancak ve ancak hak temelli yaklaşımlarla çözümü mümkündür. İktidarlar toplumsal barışı ve adaleti özgür eşit ve demokratik değerlere sıkı sıkıya bağlı kalıp bu değerleri hayata geçirdikleri sürece kalıcı hale getirebilirler.
Adalet ve hakikat için; İnsan Hakları tek çıkış kapısıdır. Bu vesile ile 10 aralık İnsan Hakları Günü kutlu olsun!
ADİL YARGILANMA HAKKINA ERİŞİM DERNEĞİ 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklam Engelleme Algılandı! Sitemizi daha düzgün kullanabilmeniz için lütfen Reklam Engelleme yazılımını kapatınız.