TCK’da Yeni Bir Suç Tipi: Etki Ajanlığı ve Demokratik Alanın Daraltılma Riski

İlk olarak geçtiğimiz Mayıs ayında bir takım medya organlarına yansıyan, 9. Yargı Paketi ile birlikte getirilmesi planlanan ve kamuoyunda ‘’Etki Ajanlığı’’ olarak tarif edilen düzenlemenin gelen tepkiler üzerine 9. Yargı Paketinden çıkarıldığı ifade edilmiş ise de, benzer düzenleme bu kez de 18.10.2024 tarihinde TBMM’ne sunulan ‘’Noterlik Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’’ne konulan 16. madde ile tekrar gündeme gelmiş durumdadır.
Buna göre; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ‘’ Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’’ başlıklı İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, Yedinci Bölümün 339. Maddesi’nde düzenlenmiş olan ‘’ Devlet Güvenliği İle İlgili Belgeleri Elinde Bulundurma’’ suçuna, 339/(A) maddesi adı altında ‘’ Devletin Güvenliği Veya Siyasal Yararları Aleyhine Suç İşleme’’ olacak şekilde yeni bir suç tahsis edilmesi planlanmaktadır. Yapılması öngörülen düzenleme ile casusluk eylemleriyle daha etkin mücadele edilmesi amaçlanarak devletin güvenliği ile iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işlenmesi yaptırıma bağlanmak istenmektedir.
Kanun gerekçesinde ise bu husus, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk bölümünün 326 ila 339 arası maddelerinde genel itibarıyla devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge ve bilgilerin yok edilmesi, tahrip edilmesi, temin edilmesi veya açıklanmasının suç olarak düzenlenerek bir yaptırıma bağlandığı, belge ve bilgi temini veya açıklanması dışında devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine olacak şekilde gerçekleştirilen diğer faaliyetler bakımından herhangi bir yaptırımın öngörülmediği, böylelikle belge ve bilgi temini veya açıklanması dışında casusluk maksadıyla gerçekleştirilen faaliyetlerin de ayrı bir suç olarak düzenlenmesi ihtiyacının hasıl olduğu değerlendirmelerine yer verilmiş ve bu kapsamda ilgili bölüme;
“Devletin Güvenliği Veya Siyasal Yararları Aleyhine Suç İşleme ‘’
Madde 339/A- (1) Bu Bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.
(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarım veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.” Eklenmiştir.
Buna göre devletin güvenliği kavramının devletin varlığının korunması ve tehlikeyle karşı karşıya bırakılmamasını, devletin varlığını tehlikeye düşürebilecek nitelikteki eylemlerin devletin güvenliğini ihlal ettiği, devletin iç ve dış siyasal yararları ile güvenliği arasında da sıkı bir ilişki bulunduğu, bu kapsamda iktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararların da devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edileceği belirtilmiştir.
Dolayısıyla casusluk maksadıyla bu gibi yararlar aleyhine gerçekleştirilen ve suç teşkil eden fiillerin ihdas edilen bu suçun konusunu oluşturabileceği, suçun oluşması için failin, yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda hareket etmesi gerektiği, yabancı organizasyonun ise Türk hukukuna göre kurulmamış veya oluşturulmamış organizasyon olduğu ve yine yabancı bir devlet tâbiiyetinde olabileceği gibi hiçbir devletin tâbiiyetinde de bulunmayabileceği hüküm altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere; yeni bir suç yaratmaya dönük kanun maddesinde geçen devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları ve yine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları ve talimatları gibi kavramlardan ne anlaşılması gerektiği kesin, açık ve öngörülebilir şekilde tariflenmemiş olup, bu husus yalnızca hiçbir bağlayıcılığı olmayan kanun teklifinin gerekçesinde bir takım muğlak ifadelerle açıklanmaya çalışılmıştır. Yine meydana gelen somut olaylarda devletin güvenliği ile iç ve dış siyasal yararlara halel getirebilecek faaliyetlerin kime, neye ve hangi anlayışa göre tespit edileceği belirsizliğini korumakla birlikte, yabancı organizasyonun hangi temel kriterlere göre adlandırılacağı ve yine bunların stratejik çıkarları ve talimatlarının var olup olmadığının nasıl ortaya konulacağı gibi sorular cevapsız bırakılmış olup, söz konusu durum objektiflikten uzak, keyfi ve oldukça geniş bir takım değerlendirmelere de kapı aralayacak nitelikte olmuştur. Söz konusu belirsizlik, düzenlemenin geniş ve esnek bir yorumlamaya mahal vermesi ve bu haliyle hukuk devleti ilkesi ile çelişme riskini de içerisinde barındırmaktadır.
Casusluk faaliyetleriyle daha etkin mücadele iddiası ile yapılması öngörülen düzenlemenin, hangi zorunlu toplumsal ihtiyaçtan hasıl olduğu anlaşılmamakla birlikte, asıl amacın kamuoyunda da çokça tartışıldığı üzere, başta Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütleri ( STÖ ) olmak üzere, medya kuruluşları, muhalifler, gazeteciler, araştırmacılar, aktivistler, bağımsız sesler vb.’nin faaliyetlerini baskı altına alma olduğu kendini hissettirmektedir. Zira farklı ülkelerdeki benzer düzenlemelere karşı aynı kaygılarla açığa çıkan kamuoyu tepkisi gelinen aşamalar gözetildiğinde haklılık payını ortaya koymuş durumdadır.
Örneğin; benzer bir düzenlemenin yasalaştığı Rusya’da, sivil toplum örgütlerinin, medya kuruluşlarının ve bireylerin ‘’Yabancı Ajan’’ olarak nitelendirilmesine yol açan yabancı ajan yasası ve uygulanma pratiğine ilişkin yüzü aşkın STÖ’nün yapmış olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvurusunda Mahkeme, başvurucuların ifade özgürlüğü haklarının yabancı ajan damgalaması altında orantısız ve keyfi biçimde kısıtlandığını ve damgalayıcı etiketin, demokratik bir toplumda kabul edilemeyecek boyutta sivil toplumu hedef alan bir baskı mekanizması oluşturduğunu tespit etmiştir. Yine mahkeme, başvuru sahibi kuruluşlara, medya organlarına ve bireylere yabancı ajan etiketi uygulanmasına yönelik olarak öne sürülen “ilgi çekici ve yeterli” gerekçelerin bulunmaması, ek gerekliliklerin uygulanmasında bir “zorunlu sosyal ihtiyaç” olmaması ve aşırı derecede orantısız yaptırımların getirilmesi nedeniyle, yabancı ajan yasama çerçevesinin ve başvuruculara uygulanmasının keyfi olduğu ve demokratik bir toplumda “gerekli” olmadığı sonucuna varmıştır. Dahası, bu tür bir mevzuatın, sivil toplum aktörlerine ve bağımsız seslere karşı güvensizlik ve şüphe ortamı yaratarak demokratik alanın daralmasına katkıda bulunduğu ve bu şekilde demokrasinin temellerini zayıflattığı, nihayetinde de Sözleşme’nin 10. ve 11. maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. ( CASE OF KOBALIYA AND OTHERS v. RUSSIA )
AİHM’nin, Rusya’da yürürlüğe giren “Yabancı Ajan Yasası’’na ilişkin verdiği karar, Türkiye’de de getirilmesi planlanan bu ve benzer düzenlemelerin esasında muhalif görüşlere karşı nasıl bir baskı mekanizması oluşturabileceğini, başta İfade, Örgütlenme ve Basın Özgürlüğü olmak üzere temel haklar üzerinde getireceği orantısız kısıtlamaları, kamuoyu nezdinde oluşabilecek güvensizlik halini ve bir bütünen demokratik toplumun işleyişini olumsuz yönde etkileme riskini de beraberinde getirebileceğini gözler önüne sermesi açısından dikkate değerdir.
Örneğin; bu kapsamda Türkiye’deki STÖ faaliyetlerinin devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları adı altında bir tehdit ve suç unsuru olarak değerlendirilerek türlü yaptırımlara maruz bırakılacağı örnekleriyle karşılaşma ihtimali yüksek olacaktır. Oysa ki; evrensel insan hakları metinlerinde de çokça dile getirildiği üzere; tüm insan hakları ve temel özgürlüklerin evrensel, bölünmez, karşılıklı olarak birbirine bağımlı ve birbirine bağlı olduğu ve aralarından hiçbirinin uygulamaya konulmasına zarar vermeden tam hakkaniyet içinde tümünü geliştirme gerektiği, insan hakları ve temel özgürlükleri koruma ve geliştirme temel sorumluluğu ve ödevinin de devlete düştüğü, birey, grup ve derneklerin insan hakları ve temel özgürlüklere saygıyı geliştirme ve bu hakları ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtma hak ve sorumluluğunun olduğu güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır. ( BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi )
Türkiye, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi (AK) üyeliği çerçevesinde taraf olduğu sözleşmelerle birlikte insan haklarını koruma ve geliştirme ile olası ihlallere karşı da etkin mücadele etme yükümlülüğünü üstlenmiş durumdadır. Yine bu kapsamda örneğin; BM İnsan Hakları Konseyi bünyesinde 4 yılda bir yapılan ‘’Evrensel Periyodik İnceleme (EPİ)’’ raporlama süreci her ülkenin insan hakları karnesini ortaya koyması ve ülkelerin taahhüt ettiği yükümlülükleri yerine getirip getirmediğinin gözlem ve tespiti açısından önemli bir mekanizmadır. İlgili mekanizmanın Türkiye’deki STÖ’leri de paydaş olarak kabul etmesi ve bu STÖ’lerin insan hakları alanında hazırladıkları raporlar doğrultusunda Türkiye’ye tavsiyelerde bulunması ve Türkiye’nin de bu tavsiyelerin gereğini yerine getirip getirmeyeceği konusunda taahhütler verdiği süreç dahi, mevcut yasa teklifinin kanunlaşması halinde anlamsız hale gelecek ve dahası bu ve benzer mekanizmalara rapor sunan STÖ’lar yine devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine değerlendirilerek bir misilleme ile karşı karşıya kalacaktır.
Adil Yargılanma Hakkına Erişim Derneği ( AYHED ) olarak yukarıda yer verdiğimiz açıklamalar doğrultusunda getirilmesi planlanan kanun teklifinin mevcut haliyle yasalaşması halinde başta İfade ve Düşünce Özgürlüğü, Basın Hürriyeti ve Örgütlenme Hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil edici nitelikte olacağı, toplumsal farklılıkları baskı altına alacağı ve bir bütünen demokratik toplum yapısının sağlıklı işleyişini bozacağı gözetilerek teklifin bir an evvel geri çekilmesi gereğini belirtiriz.
ADİL YARGILANMA HAKKINA ERİŞİM DERNEĞİ