Trans Hakları, İnsan Haklarıdır!
Nefret Suçlarına Karşı Transların Mücadelesinin Yanındayız!
20 Kasım günü dünya genelinde nefret suçuna maruz kalan transaları anma günü olarak kabul edilmektedir. 1998 yılında ABD’nin Boston kentinde Rita Hester isimli bir trans kadının evinde vahşice öldürülmesinin ardından, transların maruz kaldığı şiddeti görünür kılmak için dünya çapında trans hakları aktivistleri ve örgütleri harekete geçmiştir. Trans aktivist Gwendolyn Ann Smith’in çabalarıyla, Rita Hester ve diğer nefret suçları kurbanları anısına ilk kez 1999 yılında “Trans Day of Remembrance” düzenlenmiştir. Bu etkinlik, trans bireylere yönelik nefret suçlarını görünür kılmak ve bu şiddetin toplumsal nedenlerini tartışmak amacıyla her yıl tekrarlanmaya başlamıştır.
20 Kasım, transların sistematik olarak maruz kaldığı şiddeti, ayrımcılığı ve nefret söylemlerini anımsatmakla kalmayıp, aynı zamanda bu şiddete karşı dayanışma ve farkındalık oluşturmayı ve trans haklarının insan hakları olduğunu bir kez daha hatırlatma amacı taşır. Günümüzde translar hala hayatın her anında nefretin ve ayrımcılığın farklı biçimlerine maruz kalmaktadır.
Translar, küçük yaşlardan itibaren nefretle karşılaşmaktadır. Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde maruz kaldıkları zorbalık, eğitim hayatlarını olumsuz etkileyerek okullarını tamamlamalarını engelleyebilmektedir. Çalışma hayatında ise translar, cinsiyet kimlikleri nedeniyle iş bulmakta zorlanmakta ya da çalıştıkları yerlerde uğradıkları “mobbing” nedeniyle iş hayatından dışlanmaktadır. Bu durum, uğradıkları şiddet ve ayrımcılıkla birleşerek onları cinsel ve ticari sömürüye açık hale getirebilmektedir. Zorunlu seks işçiliği, birçok translar için yaşamsal bir gerçeklik olmaktadır.
Gündelik yaşamın yanı sıra uğradıkları siber zorbalık ve nefret söylemleri de transların güvenli alanlarını daraltmaktadır.
Sağlık hizmetlerine erişim ve sağlık alanındaki ayrımcı uygulamalar, transların hem hastalık durumlarında tedaviye ulaşmalarını hem de cinsiyet uyum süreçlerini zorlaştırmaktadır. Sağlık hizmetlerinde yeterli bilgi ve duyarlılığın olmaması, transların kimlik bilgilerinin gizliliğinin ihlal edilmesine ve mahremiyetlerinin korunamamasına neden olmaktadır. Transların tedaviye erişimde sıkıntılar yaşamaktadır. Özellikle göçmen translar için bu durum daha da kötüleşmektedir.
Adalet arayışında ise translar bürokratik engellerle ve sistematik ayrımcılıkla karşılaşmaktadır. Nefret suçları olarak kabul edilmesi gereken saldırılar genellikle bu kapsamda değerlendirilmeyip failler cezasız bırakılmaktadır. Bu durum, toplumsal adalet duygusunu zedelemekte ve transların adalet arayışından vazgeçirme riski taşımaktadır.
Dünyanın birçok yerinde transların hakları için verilen mücadeleler kısmi ilerlemeler sağlamış olsa da, yükselen sağ politikalar ve baskıcı söylemler bu kazanımları tehdit etmektedir. Nefret kültürünü besleyen bu söylemler, toplumsal kutuplaşmayı ve ayrımcılığı derinleştirmektedir.
Transların hayata ve özgürlüğe duyduğu tutku, nefretin karanlığına karşı bir direniş ve onur simgesidir. Bu mücadele, “Nefrete İnat Yaşasın Hayat!” sloganıyla bugün de devam etmektedir.
Daha adil, eşitlikçi ve insan haklarına saygılı bir toplum inşa etmek, tüm bireylerin temel haklarına erişimini sağlamakla mümkündür. Transların maruz kaldığı ayrımcılık, şiddet ve nefretle mücadele etmek, yalnızca onların değil, herkesin daha özgür ve güvenli bir dünyada yaşaması için bir zorunluluktur. İnsan haklarına dayalı bir adalet anlayışı, toplumsal barışın ve birlikte yaşamın temelidir. Bu nedenle, transların hak mücadelesine destek vermek, sadece bir dayanışma eylemi değil, insanlık onurunu korumanın gereğidir.